Web Sitemiz Yeni Tasarımı İle Sizlerle...

Anne: Dünyaya Açılan Kapı

“Şuraya otur anne sen benim kapımsın” dedi küçük çocuk. Ne çok şey söylemişti küçücük kalbi ile “Sen benim kapımsın anne”

Sen kapıları açtın ve dünya ile buluştum ben. Senin kapının arkası ana rahmim cennetimdi benim. Bazen korkuyorum anne, kapının arkasındaki yaşam korku dolduruyor içimi. Korktuğumda yanına geliyorum, bacaklarına dolanıyorum, kolunu çekiştiriyorum, bazen hırçınlaşıyorum ya kapını kapat biraz daha kalayım o güvenli yerde diyorum aslında.

Bebekleşme diyorlar bazı büyükler sen demiyorsun ya anne, açıyorsun ya her seferinde kapılarını işte o zaman güçleniyorum ben anne.

Dünya bazen çok karmaşık geliyor bana ne yapacağımı hiç bilmiyorum anne, anlayabilmek için biraz sakin bir yerde korunmaya ihtiyaç duyuyorum işte o zaman çalıyorum kapını, açıyorsun ve yüce kalbinle buyur ediyorsun ya içeri ben yeniden cennetime dönüyorum anne… Büyüdüm diye kapatma kapılarını anne, izin ver ne zaman dayanamam sansam gelip güçleneyim biraz…

Anne çocuğun yaşama açılan kapısıdır. Anne-çocuk arasındaki ilişki ilerdeki yetişkinin yaşama tutunması ile ilgili duruşunu da belirler. Çocuğun anne ile bağlanma biçimi, ilerdeki yetişkinin ilişkilerine ve kendi gerçekliğine bağlanma biçimimi de oluşturur.

Mahler, yenidoğanın anne ile “psikolojik erime” halinde olduğunu söyler. Ona göre, bu birliğin kopması ve bireyselleşme kişilik gelişiminin ta kendisini oluşturmaktadır. Fakat Mahler burada çok önemli bir çelişkiden söz eder; ayrılma-birleşme çelişkisi. Bağımsız bir benlik geliştirme arzusu, anne tarafından korunma arzusu ile sürekli bir çatışma halindedir ve çocukluktaki bu temel çelişki, insanlar üzerinde hayat boyu etkisini sürdürecektir. Bu etkinin varlığını sürdüreceği düzlem ise, büyük çoğunluğu hayatın ilk altı yılında oluşan öz benlik algısıdır. Annenin çocuğa davranışlarının, yani bağımsızlaştırma ve koruma davranışlarının miktarı, çocuğun kendisi hakkında yorumlar yapmasına ve bunları içselleştirmesine yol açacaktır.

Ayrılma-birleşme karmaşası yaşamın temelini oluşturan en önemli karmaşalardan biridir. Erkeğin yumurtasından ayrılan spermin kadının yumurtası ile birleşmesi ile başlayan yaşam serüveni, çocuğun cenneti ana rahmiyle buluşması ile devam eder.

Rahimden ayrılan bebek dünya ile buluşur. Dünyanın korkutucu karmaşasından annesinin memesine, memenin huzurlu kokusundan yaşamın zorlu yokuşlarına savrulur.

Doğumdan, bebekliğe, çocukluğa, yetişkinliğe, yaşama, ilişkilere, duygulara, eylemlere, cinselliğe, aşka, yaşlılığa, emekliliğe, bilgeliğe ve nihayetinde ölüme uzanan yolculuğun tamamı başlı başına ayrılma-birleşme sırrını yani aslında anne-bebek ilişkisini içinde taşımaktadır.

Üç yaş civarında oluşturulan anne imgesi, yalnız kendimizi değil, hayatın geri kalanında karşımıza çıkan tüm “ötekileri” anlamamız için de bir alan oluşturur. Öyle ki, Mahler’e göre, çocuk diğer insanlara bakarken anne imajının yarattığı mercekleri kullanır. Yani anne çocuğun gözlüğüdür aslında.

Gözlüğünüz ne kadar net ise gördüğünüz de o kadar nettir. Gözlüğünüz ne kadar sağlamsa yaşam karşısındaki tavrınız da o kadar sağlam olmaktadır.

Anne çocuk arasındaki bu özel ilişki yaşamsal önem taşımaktadır. Bağlanma olarak açıklanan bu ilişkinin biçimi kişinin ruhsal yapısının da anahtarı niteliğinde olmaktadır.

Bowlby’e göre bağlanmanın çocuk açısından yaşamsal bir değeri vardır. Hayvanlarla yaptığı gözlemlerden anneye yapışmanın veya takip etmenin bebeğin yaşama şansını arttırdığı sonucuna varan Bowlby, insanlarda bağlanmanın bunun ötesinde bir işleve sahip olduğunu vurgular.

İnsan hayatıi çin bağlanmanın üç temel işlevi vardır; dünyayı keşfederken geri dönülebilecek güvenli bir liman olma, fiziksel gereksinimleri karşılama, hayata dair bir güvenlik duygusu geliştirebilme şansı.

Bowlby, bu gereksinimler yeterli düzeyde karşılanmadığı takdirde, çocukta oluşan özbenlik algısıyla bağlantılı olarak patoloji gelişebileceğini öne sürer.

Bu süreci ise, “çalışma modelleri” olarak adlandırdığı ilkeye dayandırır. Bu ilke aslında, Mahler, Kohut ya da Horney’nin vurguladığı süreçlerden farklı değildir, buna göre; anne tarafından bir ölçüde karşılanan güvenlik duygusu çocuğun dünyayı algılayışını belirler.

Anne çocuk ilişkisi bu denli yaşamsal önem taşırken, çocuk dilini öğrenmek ciddi bir emek, deneyim, bilgi ve çabanın sonucudur.

Çocuk dilini öğrenmek herhangi bir yabancı dil öğrenmekten daha zor, daha karmaşık ve zorlu bir iştir. Çocuğu anlamanın en güzel yolu onunla oyun oynamak, çocuğun ana rahminden itibaren yanlış giden öğrenmelerinden ve travmalarından kurtarmanın yolu ise oyun terapisidir.

Çok değil 10 yıldır çocukların ruhuna dokunmaktayım, her biri çok şey öğretti bana, her birinin teröpatik anneliğini yapma işlevim var.

Çocuklardan öğrendiklerim tüm yaşamımda tüm terapist kimliklerime çok fazla şey öğretti, tüm danışanlarımın çocukluklarına bakmayı öğretti. Her birine teşekkür ederim…

Tüm annelere dileğim
Bağınıza kuvvet…

Sevgilerimle

Leave Your Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir